yumuşak dokuların enfeksiyonu olarak
tanımlanabilir. Meydana gelen iltihaplanma akut, subakut
veya kronik olabilir ve bazı vakalarda ülseratif
gingivitis görülebilir. Teorik olarak perikoronitis
ağızdaki tüm dişlerde görülebildiği halde vakaların
çoğunda en fazla mandibular 3. molarda belirgindir.
Parsiyel olarak intifa etmiş dişin üzerindeki dişeti ve
diş kronu arasında bir follikül meydana gelir. Bu
follikül ağız boşluğu ile iştiraklidir ve klinik muayene
sırasında yumuşak dokuda bu açıklık gözlenebilir. Eğer
bu boşluktan bir sond sokulursa sondur ucu diş ile temas
eder. İltihap muhtemelen follikülde başlar ve üstteki
yumuşak dokuları da tutar. Her iki sekste en çok 1630
yaş arasında, en çok ilkbahar ve sonbaharda görülür.
Entellektüel bireylerde görülme şansı daha fazladır.
Bunun sebebi sosyoekonomik seviyesi düşük toplumda 3.
molarların erkenden çekilmesine bağlı olabilir.
Perikoroniti alevlendiren nedenler
arasında üst solunum yolu enfeksiyonları, emosyonel
stresler, zayıflık ve gebelik (2. trimestırda en çok)
sayılabilir. Menstruasyonun olumsuz etkisini gösterecek
belirgin bir bulgu ise yoktur.
Tedavi planlamasını iyi yapabilmek için perikoronitisin
kliniğini sınıflandırmak gerekir.
♦ Akut perdikoronitis: Çiğneme
ile artar, uykuyu engelleyen, komşu sahalara yayılan
zonklama şeklindeki ağrılarla karakterizedir. Çeşitli
derecelerde trismus olabilir ve hasta ekstraoral şişlik
île yutma sırasındaki zorluktan şikayet eder. Muayenede,
hastada düşük bir dirençle karşılaşılır. Ateş, nabız ve
solunum hızı artmış olur Submandibular lenf nodları
şiştir ve palpasyondâ hassastır. Ağız kokusu vardır,
ilgili bölgedeki dişeti şişmiştir ve çok hassastır. Ufak
bir temas ile altından pü gelir.
♦ Subakut perikoronitis: Ender
olarak yayılan, devamlı, kunt bir ağrı ile
karakterizedir. istenmeyen tat, ağız içi şişlik ve
çenedeki huzursuzluktan şikayet vardır.
Akut değişime oranla subakut
perikoronitis daha az sistemik şikayet verir. Fakat
submandibular lenf bezlerinde şişme ve hassasiyet
belirgindir. İntraoral muayenede dişin üzerinde ödemli
bir dişeti görülür. Yanak ısırmak, ağız kokusu, bukkal
sulkusta flüktüasyon gözlenen klinik bulgular
arasındadır. Pü oluşumu subakut perikoronitis sonucu
olarak görülebilir. Sulkus boyunca m. buccinatorius
fıbrilleri arasında pü ilerler ve gevşek konnektif
dokuyu tutarak ağız içine fıstülize olabilir.
♦ Kronik perikoronitis: Bir
gün kadar süren orta dereceli kunt bir ağrı ile
karakterizedir. Ara sıra şikayet tekrarlanmaktadır.
Hasta istenmeyen, hoş olmayan bir tatdan şikayetçidir.
Röntgende o bölgede krater şeklinde bir defekt vardır.
Hastadan iyi bir anamnez alınır.
Hastanın yaşı, ev adresi ve mesleği gibi detaylar gözden
kaçırılmadan not edilmelidir. Henüz çene gelişimini
tamamlamamış bireylerde enfeksiyonu kontrol altına
aldıktan sonra konservatif tedavi düşünülebilir, halbuki
daha yaşlı bireylerde enfeksiyonu kontrol altına
aldıktan sonra dişin çıkartılması en emin yoldur.
Ağrının zamanı, süresi ve tipi iyice ayırt edilerek
sebep hakkında tam karar verilmeli ve perikoronitisin
klinik tipi ayırt edilmelidir.
Perikoronitisin tedavisi: Tanı
tam olarak konduktan sonra tedaviyi planlamak ve
uygulamak daha kolay olur.
Ağrıyı ortadan kaldırmak için
analjezikler verilir. Hastanın genel durumu göz önüne
alınarak antibiyotikte verilir.
Eğer bir üçüncü molar fonksiyon dışı
ise veya tam olarak intifa etmemiş ve etme şansıda yoksa
o zaman çıkartılmalıdır. Eğer sulkusta pü birikimi varsa
o zaman direnaj yapılmalıdır. M. buccinatorius kas
engelinin dışına çıkmış olan apselerde ekstraoral
direnaj da gerekebilir. Bu tip cerrahi işlemlerin
hastane şartlarında yapılmasında fayda vardır. Kromik
asit, triklor asetik asit, gümüş nitrat gibi koterizan
maddeler kapişon altına konabilir. Ağız içinden sıcak
serum fizyolojik gargaraları verilerek hastanın bu
gargarayı ağzında bir süre tutması istenir. Bundan amaç
ağrının mümkün olduğu kadar aza indirilmesi ve
perikoronitis dağılımının süre olarak en aza
indirilmesidir. Eksternal direnaj yapılmadığı sürece
dıştan sıcak uygulamasına geçilmemelidir. İlgili diş
perikoronitis olayında pasif bir rol oynar bu nedenle
akut enfeksiyon tam olarak kontrol altına alınmadıkça
dişin çıkartılması işlemine geçilmemelidir. Akut
enfeksiyon varken bir dişin çıkartılması işlemi osteitis
veya akut osteomyelitis nedeni olabilir. Özellikle eğer
hastada gingivitis tablosuda varsa olay daha kolaylaşır.
Bir kere sinyal veren perikoronitise
neden olan gömülü veya kısmen gömülü bir diş cerrahi
olarak çıkartılmadığı sürece belli aralıklarla şikayet
kaynağı olabilir. Çoğu kez böyle bir diş çekildikten
sonra alveolit şikayeti ile karşılaşılır. Bu nedenle
dişi antibiyotik baskısı altında çıkartmak daha emin bir
yoldur.
Akut perikoronitisin tedavisinde
derhal antibiyotik tedavisine başlamak gerekir. Çünkü bu
işlem, enfeksiyonun acilen kontrol altına alınmasını,
ciddi komplikasyonlarm en aza indirilmesini ve tedavi
süresinin kısaltılmasını sağlar. Ancak eğer bir apse
meydana geldiyse o zaman direnaj en iyi yoldur. Ciddi
vakalarda 6 günlük daha az ciddi vakalarda 3 günlük
intramusküler antibiyotik tatbiki yapılır. Hastaya sıcak
ağız gargaraları tavsiye edilir. Eğer diş parsiyel
çıktıysa ve üst dişlerin tüberkülleri temas ile ağrı
meydana getiriyorsa bu dişin fonksiyon dışı olması
halinde çekimi veya tüberküllerin aşındırılması
düşünülebilir. Yeterli analjeziklerle ağrı kontrol
altına alınır. Enfeksiyon kontrol altına alındıktan
sonra dişin çıkartılması düşünülür. Bazende diş yerinde
bırakılarak dişin üzerindeki kapşon ortadan kaldırılır (operkulektomi).
Klinik tablo subakut perikoronitis
şeklinde ise lokal tedaviye çoğu kez cevap verir ve
sıklıkla antibiyotik tedavisi gerektirmez. Hastanın ilk
baş vurusunda diş çekilebilir. Röntgende dişin kronunuda
içine alan geniş radyolüsent bir gölge olabilir, dişin
civarına bastırınca koyu kıvamlı kremimsi bir pü
gelebilir. Böyle derin cep olan vakalarda dişler
çoğunlukla distoangular pozisyondadır ve dişin çekimi en
iyi tedavi yoludur. Kronik perikoronitis lokal tedaviye
cevap verir ve antibiyotik kullanımı genellikle
gerekmez. Çoğu vakada şikayetin tekrarlayacağı
düşünülerek çekime gidilir.
Perikoronitisin akut klinik
tablosunun dışında gömülü veya yarım gömülü dişler
perikoronitise sekonder olarak kan tablosunda da
iltihabı bir durum gösterirler. Bakteriyemi ve septisemi
komplikasyonlan bu tip akut klinik olaylara örnektir.
Ayrıca sürmüş bir yirmi yaş dişi
nasıl komşu lojlara yayılım gösterip akut
iltihaplanmalara neden oluyorsa tedavi edilmeyen bir
perikoroner enfeksiyonda akut değişimle bu tip
yayılımlar yapabilir.
b) Periodontal hastalığın meydana
gelmesi: Gömülü dişlerin meydana getirdiği bir başka
komplikasyon periodontal sorunlara sebep olmasıdır. Alt
gümülü yirmi yaş dişi ikinci moların distalindeki kemik
desteğini zayıflatır ve zaten rahat temizlenemeyen bu
bölgede periodontal sorunlar olabilir. Düşük dereceli
bir gingivitiste bile bakteriler ikinci moların kök
ucuna doğru ilerler ve ciddi bir periodontitis ortaya
çıkartabilirler. Gömülü 3. molan olan hastalarda 2.
moların distalinde derin periodontal cep saptanır,
halbuki hastanın ağız hijyeni iyidir ve ağzın diğer
bölgelerinde böyle bir problem yoktur. Maksiller 2.
molarların distalindeki böyle ceplerin tedavisi alt
dişlerinkine göre daha zordur. Bu şekildeki gömülü
dişlerin erken dönemde çekimi periodontal problemlerin
ortaya çıkmasını engeller.
c) Diş çürüklerinin meydana
gelmesi: Yirmi yaş dişi kısmen veya tamamen gömülü
olduğu zaman diş çürüğüne neden olan bakteriler hem 2.
moların distalini hem de 3. molarları etkiler ve her iki
dişte birden çürük meydana gelebilir. Gömülü diş ağız
içinde hiç görülmese bile çürük yine meydana gelebilir.
d) Kök rezorpsiyonu: Gömülü
diş komşu olduğu ve intifa etmiş dişin kökü üzerine
belli bir basınç yaparak onun rezorbe olmasına neden
olabilir. Gömülü diş çıkartıldıktan sonra rezorbe olan
köklerde sement tamiri olabilir veya böyle dişlere
endodontik tedavide gerekebilir.
e) Protez kullanımının
engellenmesi: Dişsiz bir ağızda protez uygulamasına
geçmeden önce eğer gömülü diş varsa bunların cerrahi
olarak çıkartılmaları gerekir. Alveoler kretteki
rezorbsiyona ve protezin baskısına bağlı olarak zaman
içinde bu gömülü dişlerde pasif erüpsiyon ortaya
çıkabilir. Mukozada ülserasyonlar ve odontojenik
enfeksiyonlar belirebilir.
f) Odontojenik kist ve tümörlerin
meydana gelmesi: Gömülü diş alveoler kemiğin
içerisinde kaldığında folliküler kesede onunla birlikte
kalmaktadır. Bu kese kistik dejenerasyona uğrayarak
dentigeröz kist veya keratokiste dönüşebilir. Eğer hasta
takip edilirse sorun olmaz fakat kontrolsüz vakalarda
hasta başvurduğunda kistin boyutları çok fazla büyümüş
olabilir. Eğer dişin kronu etrafındaki radyolüsent alan
3 mm'yi geçerse dentigeröz kist teşhisi yanlış olmaz.
Dental follikül epitelinden odontojenik tümörlerde
gelişebilir. Bu konuda en popüler olan ameloblastomdur.
g) Orijini belli olmayan ağrıların meydana gelmesi:
Çoğu kez hastalar hekime retromolar bölgede belli bir
sebep olmaksızın ağrıdan şikayetle gelirler. Eğer
hastada temporomandibular eklem disfonksiyonuna bağlı
bir neden yoksa çoğu zaman oradaki gömülü dişin
çıkartılması ağrı şikayetinin kaybolmasını sağlayabilir.
h) Çene kırığı olması: Gömülü
dişler çenede işgal ettikleri yer nedeniyle zayıf bir
hat oluştururlar ve bu hat boyunca bir kırık meydana
gelebilir. Böyle bir durumda çene fıksasyonu yapılmadan
önce şayet gömülü diş bir atel vazifesi yapmıyorsa
gömülü dişin çıkartılmasında yarar vardır.
ı) Ortodontik tedaviyi
engellemesi: Birinci ve ikinci molarlara ortodontik
tedavi uygulanacağı zaman eğer gömülü üçüncü molar varsa
bu diş tedaviyi engelleyebilir ve böyle bir durumda
ortodontik tedavi başlamadan önce gömülü dişin
çıkartılması gerekir.
Bir başka durum ortodontik tedavi
bittikten sonra mandibula ön bölgede çapraşıklığın
meydana gelmesidir. Geçmişte bu durum gömülü üçüncü
moların arkadan yaptığı baskı ile molar ve premolarlarm
meziale ilettikleri baskı sonucu ön bölgede
çapraşıklığın meydana geldiği şekilde idi. Bugün için bu
düşünce geçerli değildir. Yeni görüşe göre alt ön
bölgedeki çapraşıklığın sebebi maksillanın büyümesinin
mandibuladan önce sona ermesidir. Eğer alt ve üst
kesiciler normal overbite ve overjet pozisyonunda iseler
ve eğer mandibula maksilladan sonra büyümeye devam
ederse alt kesiciler üst kesicilerin yapmış oldukları
baskı nedeniyle çapraşık hal alırlar. Gömülü dişler bu
durumda sorumlu olmamakla birlikte cerrahi olarak
çıkartılmalarındaki diğer avantajlar gözönüne alınarak
endikasyon konabilir.
Gömülü dişler yukarıda sayılan tüm bu
komplikasyönlardan korunmak için cerrahi olarak
çıkartılırlar. Önemli olan cerrahi müdahale zamanına
karar verilmesidir. Bu konuda birbirine zıt iki ayrı
görüş vardır. Daha çok eski senelere ait kaynak
bilgilere göre gömülü diş eğer semptom verirse,
komplikasyon oluşturursa o zaman çıkartılması
düşünülürdü. Ağız boşluğu ile ilişkiye geçen dişler
kemik bariyerini aşmış ve yumuşak doku engeli bulunan
veya yumuşak doku engelini kısmen aşabilen gömülü
dişlerdir, çoğu kez şikayet kaynağı olurlar ve
çıkartılmalıdırlar. Halbuki daha yeni senelere ait
kaynak bilgiler gömülü dişlerin ilk saptandıkları anda
şikayet versin veya vermesin çıkartılmasından yanadırlar.
Bunun içinde ideal zamanı diş köklerinin 1/ 3 boyu
geliştiği zaman olarak bildirmektedirler. Bu görüşte diş
ne kadar erken çekilirse postoperatif sorunlar o kadar
az olur ve iyileşmede o kadar çabuk olur denmektedir.
Genç bireyler cerrahi işlemleri daha kolay tolere
edebilirler ve günlük yaşantılarını etkilemeden
iyileşirler. Kemik rejenerasyonunun ve periodontal doku
yenilenmesinin daha iyi olması nedeniyle iyileşme daha
güçlü olur. Hastanın yaşı ilerlediğinde ve semptomlar
ortaya çıktığında, ilerleyen yaş ile birlikte bireyin
sistemik bazı hastalıklarıda belirmiş olabilir. Buda
cerrahi işlemi daha problemli hale getirir.
Gömülü dişin çıkartılma zamanı
hastanın genel durumu ve o anda içinde bulunduğu
koşullarda göz önüne alınarak hekimin kendi insiyatifine
göre karar vereceği bir konudur. Bu kararı verirken
gömülü dişlerin çıkartılma endikasyonları ve
kontrendikasyonlarını hatırda tutmak gerekir.
Bakınız:
Gömülü
Diş
Kaynak: Ağız, Diş, Çene
Hastalıkları ve Cerrahisi / prof Dr. Mustafa TÜRKER ve
Prof. Dr. Şule YÜCETAŞ |